Bu yazıyı yazmak benim için farz oldu ve ben bu yazıyı yazdıktan sonra bir daha Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili bir yazı kaleme almayacağım, çünkü gerçekten onunla ilgili sözün bittiği yerdeyim. Bu yazı daha çok benim sistemi tahkim eden partilere oy veren arkadaşlarıma hitap ettiğim bir yazı olacak. Üstte bir fotoğraf paylaştım, ölü bir kız çocuğunun fotoğrafı, küçük bir Kürt kızının fotoğrafı, bakın şöyle bir inceleyin resmi, o fotoğrafta neler göreceksiniz. Ya da siz hiç zahmet etmeyin ben gördüklerimi yazayım.
Üstünde kısa kollu bir gömlek, altında çizgili bir etek, onun altında pembe bir eşofman, ayaklarında ayakkabı bile yok, iki yanında iki plastik terlik, yerde yatıyor, küçücük bir kız çocuğu, el kadar, yanına bir Kaleşnikof iliştirilmiş, öylece yatıyor o yavru, o güzelim çocuk. Gelelim hikayesine ismi Fatma Erken, 13 yaşında Mardin’in Midyat ilçesine bağlı Çalpınar köyünde, 14 Ekim 1995 günü güvenlik kuvvetleri tarafından vurularak öldürüldü. Kayıtlara terörist diye geçti, ailesi korkusundan kızlarının cesedine bile sahip çıkamadı, kimsesizler mezarlığına gömüldü. O gün köye yapılan bir baskında düzenlenen operasyona kurban gitmiş bir çocuk, bu çocuğu katledenler, bunun kaza olduğunu bile söylemediler ve yanına bir silah koyarak bu çocuğun katlini hukuki olarak “meşru” hale getirdiler.
Ya mahşeri vicdanda, orada ne yapacaksınız, nasıl hesap vereceksiniz; niye oraya havale ediyorum biliyormusunuz. Yaşım 52 ve ben bugüne kadar bu ülkede adalet denilen şeyin sağlandığına tanık olmadım, tıpkı benden bir önceki nesillerin tanık olmadığı gibi ya da onlardan bir önceki nesilin tanık olmadığı gibi. Hz. Peygamber “Bir memleketi küfürle yönetebilirsiniz, Adaletsiz yönetemezsiniz” demiyor mu? Bu kadar adaletin yok edildiği bir ülkede biz nasıl yaşayabileceğiz bilmiyorum? Yalnız bildiğim ve hissettiğim bir şey var ki bu şekilde bir devletin idare edilmesi mümkün değildir. Eğer bir memlekette adaletin bu kadar yerlere düşürüldüğü vakiyse yapılacak iki şey vardır, ya hicret vaktidir, ya da o sistemin yıkılma vaktidir.
Bu ülkede şöyle bir arşivleri karıştırsak yüzlerce çocuk, devletin şiddeti ile öldürülmüştür. İstatistiksel olarak arşivlere girmişlerdir, o kağıtlar bile o çocukların ölümü ile titriyorlardır fakat biz dağların taşıyamayacağı yükü taşıyacak kadar zalim olan bizler hiçbir şey hissetmiyoruz. Benim bir kızım var, gencecik, tırnağının ucu acıdığında canımdan et kopardıklarını hissediyorum. Peki o ölen çocukların anneleri, babaları yokmu, hadi vazgeçtim vatandaş olmalarından, komşumuz olmalarından, ya bunlar insan evladı be, bunlarda tıpkı sizin bizim gibiler, aynı duyguları yaşıyorlar. Evladının başına böyle bir şey gelen bir annenin nasıl bir dram yaşadığını ben çok iyi bilirim, küçücük yaşlarında iki çocuğunu kaybetmiş bir annenin ızdırabını, onları hayatı boyunca hiç unutmayışını akıl, ruh ve beden sağlığını nasıl kaybettiğini gözlerimle gördüm.
Mitingde bir konuşma yapıyorsun ve bir annenin oğlunun mezarına koyduğu misketleri laf ediyorsun, ya o daha çocuk be, o daha sokakta oyun oynuyordu. Bir anne için hep çocuktur evlat, hep misket oynayan yaştadır. Bir babanın evladının o mezarın içinde üşüdüğünü hissetmesi kadar olağan bir şey varmıdır. Ne ara bu kadar vicdansızlaştın, ne ara bu kadar şeytanına benzedin be, ya sizler arkadaşlar sizler bu adamı bu hale getiren sizler, sizlerinde mi gözleriniz kör oldu, hiç mi vicdanınız kalmamış, taziyesi olan bir anneyi yuhalatan birine, en azından ayıp ettin be bile diyemiyormusunuz. Ya yuhalayanlar sizlere söz bile söyleyemiyorum.
Bakın kendi oğlunu aklamak için yaptıklarına bir bakın, diyelim ki oğlunun hiçbir suçu yok, tamamen Başbakanın dediklerine inanalım, nasıl canhıraş biçimde evladı için uğraştı değil mi, bir sistemi altüst etti. Günlerce yanında korumaların eşliğinde gezdirdi, nasıl korudu değil mi, e peki Berkin oğlan ağaç kovuğundan mı çıktı be insafsızlar, kadının taziyesini bile yaşamaya izin vermediniz. Acılı bir anneye, babaya bu söylenir mi, o insanlar böyle yuhlanırmı? Ne ara gözlerinizin üstüne kepenk indi, ne ara kalplerinize mühür vuruldu, hiç mi düşünmezsiniz, o insanlarında sizin gibi hissettiklerini, bu kadar mı vicdansız oldunuz. Esma için gözyaşları döktünüz değil mi, niye çünkü oda bir sabiydi, küçücük bir kız çocuğuydu, ben de gözyaşı döktüm, güzelim çocuğu uzaktan bir tüfekle alçakça katlettiler. Bu dayanılabilir bir şey mi, böyle bir kalleşlik var mı, peki Berkin’e yapılan nedir, bir polis memuru 45 derece açı ile yukarı sıkması gereken bir gaz bombasını 1.40,1.50 cm boyunda bir çocuğun kafasına sıkıyor ve bile isteye teammüden o yavruyu katlediyor. Bunun başka bir izah tarzı yok, buna niye sesiniz çıkmıyor.
Yüce Allah Kuran’da diyor ki, “Zâlike bi ennehum âmenû summe keferû fe tubia alâ kulûbihim fe hum lâ yefkahûn” Münafikun Suresi -3 yani “Onlar imana erdiklerini iddia ederler, halbuki içlerinde hakikati inkar ederler ve böylece kalplerine bir mühür vurulmuştur, artık neyin doğru, neyin yanlış olduğunu anlayamazlar” Rabbim beni böyle kullarının içinde olmaktan esirgesin.
Bu hale mi düştük, küçücük çocukların ölüleri üzerinden bu sizin ölünüz, bu bizim ölümüz mü diyeceğiz. Eğer öyleyse kahrolsun böyle yaşamak. Berkin’e ağlayıp, Burak’a üzülmüyorsam eğer insanlığımdan şüphe ederim. Roboski’de dağın başında bombalarla paramparça olan çocuklara yanmayacaksam ve katillerinin bulunup hesabının sorulmasının peşinden koşmayacaksam Allah beni kahretsin, öyle yaşamanın hiçbir anlamı yok.
Zuhruf suresi, 51. Ayette “ Ve Firavun halkına bir çağrıda bulunarak, Ey kavmim dedi, Mısır’ın hakimiyeti bana ait değil mi? Bütün bu nehirler benim ayaklarımın altında akmıyor mu? Sizin en büyük efendiniz olduğumu görmüyormusunuz?” sonra devam ediyor ve 54. Ayette de diyor ki “Firavun böylece halkını ahmaklaştırdı ve onlarda sonunda boyun eğdiler; çünkü onlar aldatılmış, ayartılmış bir halktı” Artık bırakalım kendimize Firavunlar, liderler, krallar, sultanlar, diktatörler, ebedi şefler, birinci, ikinci adamlar icat etmeyi, bizi bölenleri, düşman edenleri iş başına getirmeyi, kendi kendimizin efendisi olalım, bizi adaletle ancak kendimiz yönetiriz, herhangi bir seçkine, akıllıya ihtiyacımız yok. Bizim birbirimizle düşmanlığa değil, dostluğa, kardeşliğe ve barışa ihtiyacımız var. Bizi birbirimizle kavga ettiren liderlere değil, bir arada yaşayabileceğimiz ortak bir akıla ve vicdana ihtiyacımız var.
Rabbimizin hepimizin vicdanlarındaki kilitleri açacağı, gözlerimizin üstündeki mühürleri sökeceği, birbirimizin acısına ağlayacağı, sevinçlerine ortak olacağı günlere kavuşmak dileğiyle ve duası ile…




Yorum bırakın