Yerkabuğu içindeki kırılmalar nedeniyle ani olarak ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yer yüzeyini sarsma olayına deprem deniyor.

Yerkabuğunu oluşturan levhaların birbirine sürtündükleri, birbirlerini sıkıştırdıkları, birbirlerinin üstüne çıktıkları ya da altına girdikleri bu levhaların sınırları dünyada depremlerin oldukları yerler olarak karşımıza çıkıyor. Dünyada olan depremlerin hemen büyük çoğunluğu bu levhaların birbirlerini zorladıkları levha sınırlarında dar kuşaklar üzerinde oluşuyor.

Yeryüzünde sıklıkla depremlerin meydana geldiği yerlerin ortak özellikleri, jeolojik oluşum zamanı olarak son dönemde oluşan topraklar olmaları ve volkanik hareketliliğin yakınlarında bulunmalarıdır.

Dünyada her yıl yaklaşık 500.000 deprem meydana gelmekte olduğu ve bunların 100.000 kadarının hissedildiği ifade edilmektedir.

Guatemala, Şili, Peru, Endonezya, İran, Pakistan, Portekiz, Türkiye, Yeni Zelanda, Yunanistan, İtalya, Japonya ve ABD gibi ülkelerde sıklıkla ve çeşitli şiddetlerde depremler meydana gelmekte.

Yazıya bu şekilde bir malumat vererek girmemin sebebi aşağıda daha iyi anlaşılacaktır sanıyorum. Yukarıdaki bilgilerden de görüldüğü üzere Türkiye çok önemli bir deprem merkezi ve toprakları üzerinde büyük fay hatları mevcut ve tarih boyunca da birçok depremle karşı karşıya kalmıştır. Ha yukarıya bir şey ilave etmeyi unuttum deprem üreten topraklar aynı zamanda son derece bereketli topraklardır. Özellikle Akdeniz havzasında. Yani deprem bir felaket değildir, felaket olan ona uygun yaşamayı becerememektir.

Bir konuya daha açıklık getirerek devam edelim. Bilim insanları, her türlü deprem üreten alanda güvenli konutlar ve yapılar inşa edilebileceğini ve çok az bir can ve mal kaybıyla bu depremler atlatılabileceğini ifade ediyorlar. Örnekleri dünyada çokça mevcut.

Gelelim günümüze Cumhuriyet hükümetleri ve yerel yönetimleri özellikle 1950 sonrası köyden kente göç sırasında oluşan kentlerde hiçbir zaman planlı yerleşim gibi bir refleks göstermemiş daha çok ranta dayalı ve günü kurtaracak palyatif tedbirlerle gecekondu kentler oluşturmuşlardır. Hele ki tefeci bezirgân ekonomisine lazım olan ucuz işgücüne ihtiyaçları olduğu için bu tür bir kentleşme işlerine de gelmiştir. Önce mahalleler oluşmuş sonra altyapı getirilmiştir. İktidarlar da bunlara göz yumarak kendilerine muhtaç insanların olmasını sağlamışlardır. İktidarlar yurttaşlığı desteklemek bir yana imparatorluk bakiyesi teba oluşumunu başka bir formda devam ettirmişlerdir.

Ülkedeki siyaset esnafı her dönem kendi çıkarlarını korumak maksadıyla özellikle iki konuda tavizsiz bir politika izlemişlerdir.

Koyu sünni bir dindarlık ve sembollerle donatılan bir milliyetçilik…

Bunu Marx’ın deyimiyle kitlelerin acısını dindirmek için afyon olarak ulusa yutturmuşlardır. Oysaki Marx birde din için vicdansız dünyanın vicdanı demişti. Siyaset esnafı işte orayı hiç görmek istememiş ve üstelik o tarihi hep gizlemişlerdir. 1980 yılına kadar nispeten daha eşitlikçi olan eğitim sistemini de tefeci bezirgân sermayenin eline verince ülkede okumayan, okusa da okuduğunu anlamayan, yorumlayamayan ve komplo teorilerinden beslenen büyük bir topluluk ortaya çıkmıştır. Kötü olan her şeyi Allah’a yıkıp, iyi olanları da kendilerinin yaptığına inandırmışlardır. Bir de üstelik dış güçler, hem de öyle dış güçler ki, devlet onlarla aynı ittifakların içinde. Akla zarar bu yorumlara inanan büyük de bir kitle mevcut.

1999 yılı Gölcük depremi şiddeti 7.4, ölen sayısı 17.480, yıkılan konut 285.211, yıkılan işyeri 42.902, etki ettiği şehirler Sakarya, Kocaeli, Bursa, Yalova ve İstanbul, etkilediği nüfus 16 Milyon kişi

Bu depremin hemen arkasından Düzce’de de 7.5 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi. Ölü sayısı 845, yıkılan bina sayısı 3395

Dönem Ecevit, Bahçeli, Mesut Yılmaz dönemi, 28 Şubat sürecinin etkileri devam ediyor. Üniversitelerde başörtüsü sorunu sürmekte “Hükümet İstifa” diye bağıranlar, bir protesto da “7.4 Yetmedi mi?” diye pankart açarak Allah’ın ülkeyi cezalandırdığını anlatıyorlardı ve Allah’ın intikam aldığını söylüyorlardı.

Gelelim bu güne, daha bir ay önce Maraş merkezli olarak meydana gelen depremlerde şu ana kadar resmi rakamlar 50.000 kişi civarında insan kaybettiğimizi söylüyor. Toplam 80 binin üzerinde bir bina yıkıldığı şeklinde haberler var. 11 ili etkiledi. Tabi resmi rakamlar için biraz daha beklememiz lazım. Devletin kurumları büyük bir acziyet içinde zamanında müdahale edemedikleri gibi, şu anda dahi büyük problemler devam ediyor. Kayıp çocuklar, çadır ve konteyner bulamayan insanlar, temizlik ve hijyenden yoksun ortam, bir aydır, banyo yapamayanlar, doğru dürüst beslenemeyenler. İşinden gücünden, evinden barkından olanlar. Okulları kapanan çocuklar. Yıkılan hastanelerle birlikte aksayan sağlık hizmetleri, salgın hastalık olasılığı vb. Saymakla bitmeyecek problemler.

99 depreminde hükümeti protesto edenler bugün maçlarda “Hükümet istifa” diye bağıran taraftarları, spor müsabakalarından men ediyorlar, insanları tehdit ediyorlar. O gün 7.4 yetmedi mi diyenler bugün “Yüzyılın Felaketi” diye başlık atıyorlar ve sonra da kalkıp ne kadar güzel müdahale ettiklerini ama bunun bir kader planı olduğunu anlatıyorlar. Yani kendileri her şeyi harika yapmışlar, ama kaderin bunu bozduğunu söylüyorlar. Maşallah teflon tava gibiler hiçbir şey tutmuyor.

Diyelim ki, kader meselesine inanmadılar o zaman ikinci versiyon devreye giriyor. “Dış güçler” onlar bu depremi yapmışlar. Nasıl mı? Tabi ki ABD, İngiltere ve İsrail ortaklığında meşum bir planla uydulardan bizim topraklara atılan bir takım maddelerle oluşturulan bir deprem!

7.7 şiddetinde oluşan depremin 500 adet atom bombasının oluşturacağı bir enerji açığa çıkardığı ifade ediliyor. Maşallah adamlar böyle bir şiddeti uydulardan yeryüzüne indirecek bir teknoloji geliştirmişler. İyi de adama sormazlar mı, madem bu kadar acayip bir teknolojileri var ellerinde niye Türkiye’ye atıyorlar. Çin var, Rusya var, hadi onları geçtim İran var. Olsun fark etmiyor, üfle üfle ipe diz nasıl olsa inanan var.

Sen rant derdine partinde kavga et, yerel yönetimde belediye meclisine girmek için uğraş, sonra imar komisyonuna kapak at. Nerelerde yerleşim açılacak onları araştır. Oralarda imar için oy ver, müteahhitlerin türlü hokkabazlıklarına göz yum. Kontrol etme, binaların inşaatından sonra açılacak mekânlar için kolon kesmelerine müsaade et. Kupon araziler için herkesi harca, müteahhitleri siyasetin finansmanında kullan, ülkenin bütün kaynaklarını onlarla paylaş, sonra suçu Allah’a at, ha olmadı mı? Suçu önce dış güçlere at, olmadı 1999 depreminden önce yapılan binalara at, sanki o binalar ve içinde yaşayanlar kendi sorumluluklarında değilmiş gibi…

Hasan El Basri, 641-728 tarihleri arasında yaşamış, Basra vilayetinde vefat etmiş bir İslam âlimidir. Emeviler döneminde yaşamış ve El Haccac’ın zalimliklerine gözleriyle şahit olmuştur. Emevilerin “Kendi halifeliklerinin Allah’ın bir takdiri olduğu, o yüzden kendi fiillerinin de Allah’ın takdiriyle oluştuğu” şeklindeki iddialarına “Allah’ın düşmanları yalan söylüyor” demiştir ve Haccac’ın zulmünden zor kurtulmuştur. Bu tartışma işte o günlerden beri devam ediyor. Müslüman ülkelerde bütün yapılan zulümler hep bu perde ile gizlenmeye çalışılıyor ve doğruyu halkın öğrenmesi de engelleniyor. İşte o yüzden Ecevit iktidarda olduğu zaman Gölcük donanmasında dansöz oynattılar diyerek Allah’ın bu milleti cezalandırdığını iddia edenler. Bugün bunun Allah’ın bir afeti olduğunu ve elden bir şey gelmediğini söylüyorlar.

7.4 yetmedi mi diye sormuşlardı. Yetmedi, yetmez, 7.6, 7.7 oldu o da yetmez.

Bizde böyle bir rantçı siyaset esnafı, böyle bir rüşvetçi bürokrasi var oldukça;

Sırtını siyasete yaslayarak iş yapan, ihaleler alan, sadece rant kovalayan tefeci bezirgân bir iş dünyası oldukça;

Meydana gelen olayların sorumluluğunu Yaradan’a yıkan bir diyanet, yapanın yaptığının yanına kaldığı, suçluların serbest bırakıldığı bir adalet ve yargı oldukça;

Devamlı komplolara inanan, doğuştan mensup olduğu etnik aidiyetiyle övünen, herhangi bir artı değer üretecek ameli olmayan, böyle bir küçük çıkarcı bir çoğunluk var oldukça yetmedi, yetmez.

O zaman da ne ölümler biter, ne rant biter ne de Allah’a iftira biter..!

Podcast also available on PocketCasts, SoundCloud, Spotify, Google Podcasts, Apple Podcasts, and RSS.

Yorum bırakın

  • AY YIKANIYOR SULARDA

    Ürkütmeden salkım söğütleri, Bir çocuk bisiklet sürüyor patikada. Yuvasına su taşıyan bir kırlangıcın Laciverdi kanatları değiyor Kumral saçlarına Az sonra Gökova’nın Kızılçam tepelerinden Kızarmış bir tandır ekmeği gibi, Ay süzülüyor. Şavkı yıkanıyor Azmak’ın suyunda Ve Bir garip şair; Usulca sokuluyor sazlıklara; Bir avuç buz gibi suyu çarpıyor Yüzüne -arka cebinde eski bir şiir defteri- Hayıt…

  • Sosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe

    CİHAN TUĞAL Bir yanda cinsel tacizciler, diktatörler, hırsızlar, milyarderler… Diğer yanda ezilen kesimlerin geniş bir cephesi. Çoğunluk, tercihini ikincisinden yana yaptı. Trump ve Amerikan sağı, Mamdani’yi New York belediye başkanlığına seçtirtmemek için Demokratik Partinin en kirli zenginleriyle birlikte aylardır uğraşıyorlar. İnanılmaz paralar döküldü. Çirkin iftira kampanyaları düzenlendi. Demokratların eski belediye başkanlarından Bloomberg, kesenin ağzını sonuna…

  • SEVGİLİM BEN ŞİMDİ

    Sevgilim ben şimdi büyük bir kentte seni düşünmekteyim Elimde uçuk mavi bir kalem cebimde iki paket sigara Hayatımız geçiyor gözlerimin önünden Çıkıp gitmelerimiz, su içmelerimiz, öpüştüklerimiz ‘’ Ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz ‘’ Çiçekler, çiçekler, su verdim bu sabah çiçeklere O gülün yüzü gülmüyor sensiz O köklensin diye pencerede suya koyduğum devatabanı Hepten hüzünlü bu günlerde…