Biz giz dolu bir şey yaşadık
onlar da orada yaşadılar
Bir dağın çarpıklığını bir sevinç sanarak
Turgut Uyar
Otobüsle, Köprüköyü’nden geçerken kayıt için liseden sınıftan bir arkadaşımla geldiğimizde dayak yemekten son anda nasıl kurtulduğumu hatırladım. Yanımda benimle beraber gelen Murat’ın son anda okula gelmekten nasıl vazgeçtiğini düşündüm. Yine o zamanki adıyla Temel Bilimler fakültesine derse gittiğimizde üç beş kişi sohbet ederken yediğim ilk yumruğun sızısı yüreğime düştü, sonra nasıl değişmeye başladığımı düşündüm.
Kampus yolundaki Okaliptusları görünce bir müddet kamyonlarla okula gidiş gelişim aklıma düştü. Bir ara kampüste Adem Söğüt yanıma geldi ve aynı evde yaşarken çay demlemeyi bile bilmediğimi orada öğrendiğimi bana hatırlattı. Mustafa Ortak eşime ‘Yenge bu herif o zaman her şeye muhalifti’ diyordu ve ‘Hala her şeye muhalif’ cevabını alıyordu. Fuat Budak’la parasız günlerimizde yediğimiz üzüm ekmeğin nasıl güzel bir ziyafet olduğunu ve üzümün hemen kana karışarak enerji verdiğini konuşarak birbirimizi nasıl avuttuğumuzu düşündüm gülümseyerek. Makine bölümü önüne geldiğimde rahmetli İbrahim Sonay’ın Muş’ta çalışırken telefonda bana söyledikleri aklıma düştü. ‘Beni ne olursunuz buralarda yalnız bırakmayın arayın’ diyen sözleri gözlerimi yaşartıyordu. Hiç arayamamıştım ne yazık ki…
Zootekni binasının yanından geçerken Rumi Şengör ve onun eşek şakaları aklıma geldi. En kötü şakasını da en son yapmıştı. Hayatında ağzına alkol ve sigara koymamış birisi olarak akciğer kanserinden vefat etmişti. Yüreğim burkuluverdi. Yusuf Kıran döndü bana ‘Hatırlıyor musun, amfide beni askerlere şikayet etmiştin. Halbuki ben o gün daha yeni gelmiştim hiçbir şeyden haberim yoktu. Çok kötü dayak yemiştim’ diyordu. Başım öne eğildi, sadece ‘Hakkını helal et’ diyebildim. Dekanlığın önüne geldiğim zaman çıkışımı almamın bir hafta sürebileceğini söyleyen kadın memuru ikna etmeyi başardığımı ve ertesi günü çıkışımı alıp gittiğimi hatırladım. O kadın memurun bana yaptığı iyiliği hiç unutmadım, tıpkı babamdan gelen havale geciktiğinde kasadan bana avans veren İstanbul Bankasında çalışan kadın gibi…
Gece yarısı bir yanımda Orhan Demir, diğer yanımda Celal Aksu işkembecide çorba içerken, bu muhabbeti biz zamanında niye yapamadık diye içim yanıyordu. Orhan bana gece gördüğü rüyada kendisine kırk yıl önce benimle niye kavga ettiğini sorduklarını anlatıyordu.
Evet, kırk yıl, tam kırk yıl geçmiş, liseden mezun olmamın ve üniversiteye girmemin üzerinden tam kırk yıl geçmiş, yıl 1979, yıl 2019…
Ülke tarihinin en kritik dönemeçlerinden birine şahitlik etmemin ve bende açtığı yaraları hala tamir edemediğim günlerin üzerinden bu güne tam kırk yıl geçmiş. Kaba bir hesapla ömrümün üçte ikisi ediyor. Çok uzun yıllar tesadüfen görüşmelerin dışında ne lise arkadaşlarımdan, ne de üniversitedeki arkadaşlarımdan hiç haberim olmamıştı. Sonra 2009 yazında Kabataş lisesinin pilav gününde arkadaşlarımla buluştum. Aradan tam otuz yıl geçmişti ve bizler ancak bir araya gelebiliyorduk. Sonra galiba mail üzerinden görüştük ve arkadaşlar o sene fakültede bir araya geleceklerini söylediler. Neredeyse tereddütsüz bir şekilde bende katılmak istediğimi bildirdim fakat son anda çıkan sıkıntı nedeniyle o sene katılamadım ama çok üzüldüğümü hatırlıyorum. Sonra 2010 yılından itibaren, Alanya’da Hasan’ın otelinde toplantılar yapılmaya başlandı. Ben kendi adıma her sene katılmaya çalıştım. Tıpkı lisedeki pilav günlerine katıldığım gibi koşa koşa geldim. Kendime hep şu soruyu sordum. Niye giderek daha büyük bir iştahla ve keyifle ben bu toplantılara katılıyordum. Önceleri herhalde yaşlanıyoruz ve insan yaşlandıkça eskiye özlem duyar diye düşünüyordum ama toplantı dönüşünde niye olduğunu daha iyi anladım.
Burhan Sönmez, son dönem Türk romanının en önemli kalemlerinden biridir. Şu ana kadar yayınlanmış dört romanı vardır. Hepsini okudum fakat onların içinden iki roman beni daha çok çarptı. Bir tanesi ilk romanı olan Kuzey, ötekisi de son romanı olan Labirent beni çok etkiledi.
Kuzey romanında babasını bulmak umuduyla geçmişini arayan ‘Rinda’nın hikayesini okuruz. Labirent romanında ise geçmişi olmayan, intihar girişiminden sonra hafızasını yitiren Boratin’in hikayesini anlatır. Ben bizim nesli geçmişini arayan Rinda’nın yerine koyuyorum. Çocuklarımızı da geçmişi olmayan Boratin gibi görüyorum. Bizler o elimizden alınan yıllarımızı şimdi arıyoruz. Onun için böyle şevkle bir araya gelmeye çalışıyoruz. Kaybettiğimiz şeyleri bulmanın peşindeyiz.
Şöyle bir düşünün kaç kişi birbirini tanıma fırsatı bulabildi, kaç kişi bagajında bulunan etiketleri bir yana bırakarak karşısındakini sadece bir insan sıfatında görüp değerlendirebildi. Biz şimdi onu yapmaya çalışıyoruz. Dört yıl, beş yıl aynı mekanda bulunup da bir araya gelip iki kelam etmemiş insanlardık bizler, daha çocuk olduğumuz yıllardı o yıllar, çok erken ve çok hoyrat büyütüldük. Kafamızda hep kalıplar vardı, hiçbir şeyi olduğu gibi kabul etme huyumuz yoktu. Hepimizin ön yargıları mevcuttu ve biz bu ön yargılar yüzünden aramıza setler çekmiştik. Şimdi o setleri yıkmaya çalışıyoruz. Kaybettiğimiz geçmişimizi arıyoruz. Kendimizle yüzleşiyoruz, hesaplaşıyoruz ve yaralarımızı sağaltmaya çalışıyoruz.
Peki o günden bugüne memlekette ne değişti?
12 Eylül 1980 sabahı darbeye uyanmıştık, aradan geçen yıllar içinde iki tane post modern darbe girişimi ve bir tane e muhtıra yaşadık.
O zamanlar Kıbrıs’ta ‘Barış Harekatı yapmıştık, şimdi Suriye’de ‘Zetin Dalı’ ve ‘Barış Pınarı’ harekatı yapıldı. Kıbrıs’ta da dünya karşı çıkmıştı, şimdi de aynısını yaşıyoruz.
O günlerde her kış komünizm geliyor ve ülke bölünüyordu, hala bölünmeye devam ediyor! Dünya üzerinde herhalde hiçbir ülkede böyle paranoyakça bakış açısı olmamıştır diye düşünüyorum.
O günlerde yasak kitaplarımız vardı, yakalanmamak için de kitaplar yakılırdı. Şimdi yasak fikirlerimiz var, hafazanallah twitterden falan bir şeyler yaz, içeride ne kadar kalacağın belli değil.
O günlerde 70 sente muhtaç bir ülke vardı, bu günlerde yedi düvele borçlu hemen hiçbir şey üretemeyen bir ülke var.
O zamanda cumhuriyet, yılbaşı, başörtüsü, irtica, mezhep ayrılığı, etnik ayrılık en önemli meselelerimizdi, hala en önemli meselelerimiz.
O zaman ürettiğimiz bir şeyler vardı, en azından bizim tarımı meslek olarak seçmemizde etkili olan memleketin ürettiği zirai ürünler ve kendine yetebilen köylülük mevcuttu, çok şükür onu da yerle yeksan eyledik.
Velhasılı kelam ‘Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’
Bu topraklar kaç nesli heba etti, yok etti, kimyasını bozdu bilmiyorum ama bildiğim bir tek şey var, geçmişimizi ararken, atalarımızdan teslim aldığımız bu dünyayı hafızalarını yok ettiğimiz çocuklarımıza en azından elle tutulur bir şekilde bırakmak boynumuzun borcudur diye düşünüyorum.
Ben inatla geçmişimi aramaya, kaybettiğim değerleri bulmaya çalışacağım. Bu bizden fazla gelecek için, çocuklarımız için önemli..!




Adem Söğüt için bir cevap yazın Cevabı iptal et